Prof. Dr. Ahmet Özer

Prof. Dr. Ahmet Özer

Mail: a.ozer@vanmed.net

USTACA NASIL YAŞANIR...?

GİRİŞ

Pandemi başlayalı beri düzenli yapmaya çalıştığım bazı şeyler var:

1) Okuma ve yazma işini her zaman yaptığım bir etkinlik olduğu için saymıyorum. Ancak uzunca bir süre Korona süreci ve Covit 19 virüsü ile ilgili düzenli yazılar yazdım. Daha sonra bu yazıları geliştirerek KORONA GÜNLÜKLERİ/PANDEMİNİN BUGÜNÜ VE YARINI adı altında yeniden düzenledim, yakında PANDEMİNİN SOSYOLOJİSİ adıyla kitap olarak yayımlanacak.

2) Akşamları okuyup yazmadığım zamanlar TV’leri işgal eden bir avuç vasat (çoğu borazanlık yapan) adamın abuk subuk tartışmalarına (ki bu çoğu ağız dalaşıyla birbirine hakaret ve küfürden oluşan konuşmalara) tanık olmamak için bir “dizi” izliyorum. Adını söylemiyim hem inanmazsınız hem de reklama girer. Bu arada az yemek, bol su (günde 2,5 -3 litre kadar) tüketmeyi de ihmal etmediğimi belirteyim, bu aynı zamanda dostlarıma önerimdir...

3) Pandemi boyunca düzenli spor yapmaya çalıştım. Daha önce de spor yapıyordum, genellikle gittiğim bir iki spor salonu vardı ama bu kez farklı, pandemi çıkalı beri spor salonuna gitmiyorum; dışarı çıkmadığım günler evde, diğer günler sitenin bahçesinde akşamları 45 dakika civarında yürüyorum. Spor insanı hem zinde tutuyor hem de bağışıklık sistemini besliyor.

3)İşte asıl size anlatmak istediğim bu yürüyüşlerde edindiğim bir alışkanlık. Kulaklıktan telefon marifeti ile izlemediğim konferansları dinliyorum, okumadığım kitapları dinleyerek okumuş oluyorum. Önceleri insan biraz zorlanıyor sonra alışıyor hem keyifli hem de spor yaparken sıkılmıyorsunuz.

En son biyolog Ali Demirsoy’un “Ustaca Yaşamak” adlı bir konferansını dinledim, ondan bahsetmek ve konuya dair düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Ali Demirsoy’u Hacettepe Üniversitesinden tanıyorum, ben öğrenciyken o biyoloji bölümünde hocaydı ama o zaman o kadar ünlü değildi. Sonraları evrim konusunda yaptığı çalışmalar ona haklı bir ün kazandırdı. Kendine has bir üslubu ve yaklaşımı var, ailesini geçmişte bir trafik kazasında kaybetmiş, şimdilerde saçı sakalı bembeyaz olmuş, ama hala ayakta bir çınar gibi, durmadan düşüncelerini yaymaya çalışan bir bilim insanı.

KİŞİ NE ZAMANA KADAR ÖZGÜR DEĞİL

İnsanın macerasına bakalım. İnsan fatal doğuyor, bu doğum bir çeşit erken doğum ve tekamülünü dışarda tamamlıyor. Bu durum yirmili yaşlara kadar devam ediyor diyebiliriz. Yani insan 20-25 yaşına kadar özgür değil, dolayısıyla hiçbir şey(inden) sorumlu değildir. Doğduğunda anasını, babasını, kalıtsal yapısını, ırkını, milliyetini, cinsiyetini seçme özgürlüğüne sahip olmadığı için bunlardan dolayı sorumlu tutulamaz, eleştirilemez. Dediğim gibi bir çeşit erken doğmuştur, tekâmülünü ebeveynleri yardımıyla tamamlar. Bütün varlıklar içinde doğduktan sonra uzun süre anneye bağlı ve bağımlı yaşayan tek varlık insandır. Nitekim doğduktan sonra itinayla beslenip büyütülmeye çalışılır.

Sonra onun için seçilmiş bir okula gider, ona uygun görülmüş bir eğitimden geçirilir, büyüklerin empozesi ile bir dine mensup olur, hatta bazı yerlerde ona uygun görülen bir evlilik yapar. Erkekse askere gider kadınsa ona göre davranır. Yani kendini gerçekleştiremez, birileri tarafından biçimlendirilmeye çalışılır, inşa edilir. İşte bu yüzden insanın bütün bunları dert edinerek yaşaması doğru değil. Bu özelliklerinden dolayı birini yermek suçlamak da doğru değil. Eğer bu özelliklerimizden herhangi birinden yakınıyorsak, yakınma defterini belli bir yaştan sonra kapatmalıyız. Bu yaklaşık olarak 20-25 yaşlarına tekabül eder.

O yüzden bu özelliklerimizi ister istemez benimseyip kendimize yeni bir yol seçmeliyiz. Seçtiğimiz o yol her neyse artık o yol bizim yolumuzdur. Lakin bu yolculuk ve varılacak hedeflerin belirlenmesinde geçmişin de azımsanmayacak payı olduğunu unutmamak lazım. Birtakım sıkıntılar, sorunlar baş gösterdiğinde üstesinden gelmeye çalışmak gerekir. Ancak ustaca bir yaşam bunların üstesinden gelebilir, kişi kendini an be an, adım be adım gerçekleştirebilir. Bunun için her şeyden evvel gayret, cesaret, irade lazım ve en önemlisi de bilgi tabi...

BİLGİNİN GÜCÜ

Ünlü düşünür Francis Bacon, bilgi kuvvettir, der. Şimdi şuna bir bakalım: İnsan başlangıçta hayvanlarla iç içe avlanarak yaşamını idame ettirmeye çalışan ve çık kısa ömürlü olan bir varlıktı. Avlanmak için genç, güçlü kuvvetli olmak önemliydi. Tarihi süreç içinde yaşadığı yerde ve doğada saçı beyazlamış, enerjisi azalmış, cinsi aktiviteleri yok olmuş bütün canlılar önemsizleşir, ölüme bırakılırdı. Ta ki 2,5 milyon yıl önce saçı sakalı beyazlamış bir yaşlının tecrübeleri sayesinde iki çubuğu birbirine sürterek ateşi bulduğu güne kadar. O güne kadar ateşin ortaya çıkması için şimşeklerin bir yerde yangın çıkarmasını bekleyen insanoğlu ondan sonra “bilmeye” önem vermeye ve o kişiyi önemsemeye başladı. Çünkü artık etlerini pişirmek için şimşeğin çakmasını beklemeyeceklerdi.

Bu süreçle beraber giderek artan ölçüde güç ve kuvvet(kas) yanında ilkel de olsa biraz av iş bilgisi olanlar daha öne çıkıyordu. Bilgi söz konusu olunca ister istemez beyin söz konusu oluyor ve tabi bilgilerin beyin girişi söz konusu. Lakin sorun da burada başlıyor.

Beyinle ilgili ilk aktaracaklarım şu: Hepimiz beyni öğrenmeye programlı bir organ olarak biliriz. Oysa durum tam tersi. Beyin öğrenmeye çok meyilli değil. Bilmek yeni bilgiler depolamak için enerji harcaması gerekiyor. Oysa beyin son derce cimri bir organ ve bu yüzden de enerji harcamak istemiyor. Ne kadar az enerji harcarsa o kadar rahatı iyi; halbuki beyne yeni bilgilerin girmesi enerji harcamayı gerektiriyor. Yeni bilgileri alıp enerji harcamak yerine enerji harcamadığı ya da çok az harcadığı işlere yöneliyor. O yüzden beyin, bilinen ezberlerin yenilenmesini ister ve kendine yapılan övgülere daha çok iltifat eder. O yüzden insan kendini eleştiren değil kendini övenle arkadaşlık eder.

Beyin her zaman kestirme yolu benimser. Bu bir handikaptır, çünkü her şeyin bir bedeli olduğu gibi bilgiyi elde etmenin de bir bedeli var. Beyinse bedel ödemek istemez. Yeni bir şey söz konusu olduğunda önce direnç gösterir. O yüzden ikame sorunu yaşarız. Yani çabayla, emekle elde etmek yerine başka bir şeyi ikame etmek. Şu olmasaydı şu olurdu. Ne ki yeni bir şey yaratmak ve elde etmek yerine bahane üretmek beyni iflasa götürür. Beyin her ne kadar bu oyunu bize oynasa da kendisi de bundan pay alır, çünkü beyin tıpkı bir değirmen gibidir, içine yeni bilgiler atmadığınız taktirde kendi kendini öğütür durur. Bir şey öğrenmeden, emek sarf etmeden bir şey olmaya çalışmak, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak gibi…

KENDİNİZLE HESAPLAŞIN; MUHASEBE YAPIN

İki beyin acıları, sıkıntıları, hastalıkları, ölümü pek sevmez, beyinde, alt tarafta bir bölge var (amidare bölümü) sürekli bunları hasır altı etmeye çalışır, sanki acı, hastalık ve ölüm yokmuş gibi, hep ölümsüzmüş gibi. Bir çeşit görmezden gelmek. O şey ortaya çıktığında ise panikleyip ürküyoruz...

Oysa yaşam düz bir çizgide ilerlemez. Düşme kalkma olabilir, sıkıntılar mutluluklar da… Hızla gelip geçen bir ömür düşünün. Belli bir dönemde ayağınızı gazdan çekin, biraz yavaşlayın ve bir muhasebe yapın. Nasıl bir ömür geçirdiğinize bakın, bir çeşit çetele çıkarın ve görün olan biteni. Tıpkı bir gelir gider hesabı yapar gibi yapın işlemi.

Beynin sol tarafı gelirler sağ tarafı giderler olsun. İyi ki ben şunu yaptım, iyi ki ben şununla evlendim, iyi ki şu mesleği seçtim, iyi ki sevgimi yakınlarıma verdim vs bunları çoğaltabilirsiniz. Bu taraf iyi kiler tarafı… Beynin sağ tarafına bakın, burası ise keşke’ler tarafı...

Eğer aşka zaman yeterince ayırmamışsanız, çocuklarınıza ve ailenize zaman ayırmamışsanız, sevginizi yeterince göstermemişseniz, destek olmanız gereken birine destek olmamışsanız, yapmamınız gereken bir şeyi yapmamışsanız, şunu yapmamışsanız, bunu yapmamışsanız… Bütün bunlar KEŞKEler hanesine yazılır. Eğer yaptığınız (“İyi ki”lerle “keşke”ler) karşılaştırmasında keşkeler fazla çıkarsa berbat bir yaşam yaşamışsınızdır. Eğer İyi ki’ler ağır basarsa o zaman sürdüğünüz yaşam iyi bir yaşamdır.

HER ŞEY ZAMANINDA

Her şey zamanında güzel ve geçerlidir. Şunu unutmayın eğer zamanında sevgi göstermiyorsanız, onu bir tarafa atıp bir gün nasıl olsa oradan çıkarırım diyorsanız geçmiş ola. O bir gün geldiğinde, o sözcükleri attığınız yerden çıkardığınızda bir de bakmışsanız ki artık bir işe yaramıyorlar... Tıpkı şairin dediği gibi, sarı bir lira gibidir ömrümüz, sandığın en değerli yerinde saklarız, gün gelip de oradan çıkardığınızda, bir de bakmışsanız tedavülden kalkmış.

Yaşam size sunulmuş bir armağandır, onun kıymetini bilerek yaşayın. Yaşamda acı da var mutluluk da. Eğer bir elinle mutluluğu istiyorsan öbüründe acıyı tutacaksın. Nietzsche beni öldürmeyen acı güçlendirir diyor. Ve tabi bir şeye ulaşmak için illaki emek ve çaba gerekir. Cesaret, feragat ve irade gerekir. Kendinden daha büyük bir mamaca adanmak gerekir.

Unutmayalım ki her kes şu ya da bu şekilde yaşar önemli olan sana sunulmuş ömrü nasıl geçirdiğindir. Yaşamda önemli olan hiç düşmemek değil, düştükten sonra ayağa kalkıp yola devam edebilmektir ve yolu gidilecek yere kurban etmemektir. Yolun kendisi gidilecek hedef kadar değerlidir çünkü.

 

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar