Misbah Eratilla

Misbah Eratilla

Mail: m.eratilla@gmail.com

Sizin çocuğunuz ne olsun?

Cemal, oğlu Ömer doğduğu günden itibaren onunla iyi bir iletişim kurmak amacıyla birçok kitap okudu. Her gece ona hikâye okudu.

Oğlu anaokulu ve ilkokul yaşlarına gelince, ona hem iyi bir okul, hem de iyi bir öğretmen bulmak amacıyla çabaladı.

Ömer, okula başladıktan sonra okul dönüşü eve geldiğinde babası hiç vakit kaybettirmeden onunla ders çalışırdı. Ömer, okul ve babası arasında bir pinpon topu gibi yıllarca gidip geldi. İlkokulu en yüksek notlarla bitirdi. Ortaokulu da en seçkin okulların birinde okudu. Dersleri daha iyi anlaması için hafta sonları özel ders aldı. Cemal “Oğlum beden eğitimi, müzik ve resim derslerine kulak asma, bu dersler senin iyi bir liseye gitmeni engeller!” diyerek sürekli onu uyarırdı. Ömer sokakta top oynayan çocukları görünce hep merakla onları seyretti.

Ömer, ortaokulu bitirinceye kadar hiçbir gün sokaklarda oyun oynayamadı. Topun peşinde koşan bir çocuk gördü mü, içindeki hayat kuşunun can çekiştiğini hissederdi. Cemal, Ömer’i ne kadar çok sıksa daha iyi okullara gideceğine ve mutlu bir çocuk olacağına nedense hep inandı. Her seferinde “Evladım ben her şeyi senin iyiliğin için yapıyorum” derdi. Ömer büyüyüp üniversite sınavına girdi ve sınavda çok iyi bir derece yaptı. Üniversitenin en iyi bölümlerinden birini okudu ve bu bölümden mezun oldu. İşe atıldığı ilk günden itibaren mutlu olamadı. İçinde sürekli bir eksiklik hissetti. Çalınmış çocukluğuna ağladı. İş hayatında uzun süre çalışmasına rağmen hiçbir ilerleme kaydedemedi. Geçmişine dönüp babasının yaptıklarını düşündüğünde, her daim yüreği kanadı.

Ömer bir akşam iş dönüşü yorgun bir şekilde kanepeye uzandı ve TV’nin düğmesine dokundu. TV’deki programda bir eğitimci konuşuyordu. Birkaç cümleden sonra konuşma ilgisini çekmişti. Konuşmacı, üniversite sınavlarında Türkiye elli altıncısı olmuş, Boğaziçi üniversitesini birincilikle, Harvard’ı 4.00 ortalamayla bitirmiş, üstüne de Cambridge’de doktora yapmıştı. Tüm başarıların ardından şaşırtıcı şekilde bunların önemsiz olduğuna kanaat getirdiğini ifade eden konuşmacı şöyle devam etmiş: 

“Ben Türkiye’deki insan yetiştirme modelini hem ailelerde, hem de okullarda değiştirmek isteyen biriyim. Var gücümle bunun için uğraşıyorum. Dünyanın en saygın araştırma şirketi Gallup’a göre dünyada mutluluk sıralamasında 74. sırada bir ülkeyiz. Ailem, akrabalar, komşular, herkes benim için “O yine birinci olmuş!” dediğinde babamı mutlu görünce, bilinçaltıma şöyle bir şey yerleşti. İnsanlar, beni birinci olduğum için, başarılı olduğum için kabul ediyor ve seviyor. Sanki sadece başarılı olursam onların gözünde değerli olacaktım. İşe yarayan nedir biliyor musunuz? Tek başınıza kaldığınızda huzuru hissedebilmek, var olan durumu olduğu gibi kabul etmek... Şimdiki aklım olsa o okullara gireceğim diye kendimi parçalamazdım. Dünyanın en depresif öğrencileri Harvard’da. Neden? Çünkü hepsi başarı odaklı oldukları için. Oraya giriyor ama aynı anda depresyona da giriyor. Sizin için hangisi önemli? Çocuğunuzun okuldaki başarısı mı, yaşamdaki başarısı mı? Hollywood’un en ünlü insanlarından biri niye intihar ediyor? Çünkü içindeki boşluğu, dışarıdan gelenler, başarı, para, şöhret dolduramıyor, yetmiyor. Benim çocuğum ne olsun biliyor musunuz? Bir kafede çalışsın, yeter ki iç huzuru olsun.”

Ömer programdan sonra saatlerce yerinden kımıldayamadı. Kendi kendine “Tüm anne babaların derdi de benzer. Nedir o benzerlik? Çocuğum başarılı olsun. İyi okullarda okusun nasihatleri… Peki, çocuk gittiği okulu seviyor mu, mutlu mu, iç dünyasıyla barışık mı, içine siniyor mu? Bunu düşünen yok. Sonunda çok iyi okulları bitiren çocuklar hem anne babalarında, hem de inançlarında mutluluktan ve en önemlisi de ahlaklı birey olmaktan uzak kalıyorlar. Çoğu zaman da anne babaların cenazesine bile katılamıyorlar. Ne hazin değil mi? Cenazeye katılamayan başarılı bir çocuk mu, anne babasından uzak kalmayan huzurlu bir çocuk mu? Bunun kararını siz verin.

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar