Adil Harmancı

Adil Harmancı

Mail: adilharmanci30@gmail.com

Mahallemin 'cahil' kalmış yaşlıları

Mahallemin 'cahil' kalmış yaşlıları

Okudukça ilerliyor muyuz, yoksa okudukça bunalıyor muyuz?

Bilim-teknik, teknoloji, iletişim dediğimiz şey bizim tutum ve davranışımıza katkı mı yapıyor, yoksa erozyona mı uğratıyor?

Eldeki imkânları göz önünde bulundurduğumuzda biz hakikaten kişilik olarak aşama kaydetmiş miyiz?

Hiçbir tarih ve sosyoloji kitabına başvurmadan, sadece kendi gözlemlerim ölçüsünde, dün ile bugünü karşılaştırdığımda, galiba doğru tutum ve davranışın bizim bildiklerimizin dışında başka sebepleri var.

Galiba aşama yerine, aşağılara kayma pozisyonundayız!

Size sadece 70'li yıllarda mahallemin "cahil" kalmış yaşlılarını örnek vereceğim.

Tek gün okul yüzü görmemiş, televizyonun olmadığı, radyonun bile müzik dinlemek için bulundurulduğu, her tür yeni ve teknik bilgi alışverişinden uzak, kendine has bir dünya yaratan mahallemin yaşlılarını…

Öyle bize ne öğrettilerse, çevre hakkı, insan hakkı, birey hakkı, tutum ve davranış, öyle süsleme sanatına da başvurmadan aktarmaya çalışayım.

Ama başta şunu belirteyim ki, bu sözünü ettiğim yaşlılar, kendi aralarında kavgası olmayan, önce kendi aralarında saygınlık kazanmış kimselerdi.

Sonra tüm mahallede...

Her kavgayı barışla sonuçlandırır, kimin varsa bir eksiğine, gediğine mutlaka çare olmaya çalışırlardı.

Onların bu görüntüsü haliyle biz çocuklar üzerinde de ciddi bir saygınlık yaratmıştı.

Belki okula gidiyor, ama öğretmenden çok onları dinliyorduk, onların söyledikleri bize daha cazip geliyordu, saygınlıktan mı, doğru söylediklerinden mi, ama mutlaka onların söylediklerine riayet ediyorduk.

Mesela şöyle örnekler verebilirim:

Hani "sineği bile incitmez" diye bir deyim var ya, biz çocuklar herhangi bir canlıya zarar vermeye kalkıştığımızda, yaşlılarımız hemen müdahale eder:

"Ew ji ruhe/o da candır" derlerdi ve hata yapmamızın önüne geçerlerdi.

Yeşile, ağaca dokundurtmazlardı, "gunehe/günahtır" derlerdi; hele tarlalarda, kırlarda renk cümbüşü oluşturan çiçeklere asla dokundurtmazlardı.

İki gerekçeleri vardı; biri arılar konarlarmış, bal yaparlarmış, diğeri de çevreyi güzelleştiriyormuş.

Etraftaki çiçekler için "Xweşkuke/güzeldir" deyip dikkatimizi çekmeye çalışırlardı.

"Su içen yılan öldürülmez" derlerdi. "Zaten sen yılana karışmazsan, hareketsiz durursan o seni ısırmaz" derlerdi.

O gün bir yılanı koruma derneği yoktu, çevre derneği, ya da insan hakları derneği de, üniversiteler, şunlar bunlar olsa da onların çok uzağındaydı, ama çok uzatmadan tek cümleyle bizi hatalardan caydırıyor ve mahallenin barış içinde bir yaşam sürmesine yön verebiliyorlardı.

Sık sık "Çok gezen mi yoksa çok okuyan mı bilir?" diye sorarlardı bu "cahil" kalmış profesörler…

Yaptıklarına bakıp, "çok gezen" derdik biz o zaman.

Benim gördüğüm o insanlara tek bir gün akıl dersi vermeye kalkışan bir eğitim kurumunu görmedim, panelmiş, seminermiş, toplantıymış, veli toplantısına bile gerek duyulmuyordu o dönemler.

Varsa okulda yaramazlık yapan bir çocuk, velisi çağrılır, kendisiyle disiplin konusu konuşulurdu:

"Çocuğuna ne ceza verelim?"

Ama yine de mahallenin profesörlerinden feyz alan veliler, kendini bilgili ve birikimli sanan öğretmeni ikna ederdi;

"Çocuktur, heyecanlıdır, aklı yetmiyor, düzelir"

Şimdi bugünkü bize bakalım:

Bugünlere gelmişiz etrafa caka satıyoruz;

Kravatlı, ütülü paçalı, her tarafımız estetik ve boyalı, arabalı, hanlı, villalı, her şeyimiz neredeyse deniz manzaralı…

Üniversitelerimiz gırla, öyle ki mahallemin zamanında ilkokul mezunu öğretmen olabilirken, şimdi artık yer kalmadığı için üniversitelerden bile atanamıyoruz, o derece eğitim yüklüyüz.

İnternetimiz sınırsız, Afrika'da yazar, Amerika'da anında görürüz.

Global olmuşuz global, yani anlayacağınız, köy olmuşuz köy, kasaba bile değil, o derece yakınlaşmışız birbirimize; sabah kahvaltısı Arabistan'da, öğlen yemeği Amerika'da, beğenmedin mi buyur Kanada'ya!

Moderniz, çağ atlamışız, demokratız, barışçıyız, çevreciyiz, derneklerimiz var, basınımız var.

Öyle ki sadece bir grubun değil, artık kişilerin bile gazetesi var, dergisi, kitabı, televizyonu, bin bir türlü "vizyonu", tiyatrosu, sineması var.

İnternet sayfası var, günlük çalışmalarını kendi haberleştirir, reklamını kendi yapar, şirketini, uçağını, gemisini öyle yürütür.

Ve bunun yanında eğitim seminerleri, paneller düzenlenir; devlet kendi cephesinden topluma "seminerler" verirken, her kurum da kendi içinde "bilgi edinme" seminerlerini, panelleri düzenler.

Basın açıklamaları yapılır sık sık…

Sözüm ona kimse kimseyi öldürmesin, savaş olmasın, çalıp çırpma olmasın, çevre kirlenmesin, yakılmasın, sökülmesin, ozon tabakası delinmesin diye toplum aydınlatılır.

Okumuş profesörlerimizin sayısı da gırla; onlar zamanında atandıkları için derece elde edebilmiştir.

Televizyonlarda, orada burada çıktıkları programlarda eğriyi düzeltmeye çalışıyorlar. Hatayı düzeltmek için bin dereden su getiriyorlar.

Ve uluslararası çabalar;

Her devletin kendi içindeki çabasından başka bir de uluslar arası düzenlenen konferanslar var…

Ekonomi, siyaset, ticaret, çevre hakkı, hayvan hakkı, insan hakkı konuları ele alınır ve bunların tümü en yüksek düzeyde organize edilir.

Peki, tutum ve davranışta ne haldeyiz?

Mahallemin okumamış, derneksiz, basın açıklamasız, her tür "modernlikten", yenilikten, bilgi servisinden, bilimsel, bireysel, siyasal, toplumsal toplantıdan, seminerden uzak yaşlılarından ne kadar iyiyiz?

Bırakın baltayla ağaç kesmeyi, elimize kibrit alıp, ilerde inşaat alanı yapmayı, ya da ona buna peşkeş çekmeyi planladığımız koca bir ormanı bir anda yakıyor muyuz?

Yakıyoruz.

O ormanı yakarken içindeki tüm canlılar yanıyor mu?

Yanıyor.

Av yasağı şunu bunu tanımayıp pompalıyı elimize alıp önümüze gelen yabani hayvana ateş ediyor muyuz?

Ediyoruz.

Avlanmaması gereken balığı avlayıp deniz canlılarının bile sonunu getiriyor muyuz?

Getiriyoruz

En küçük bir anlaşmazlıkta birbirimize hiç acımadan bıçak çekiyor, ya da silahla ateş ediyor muyuz?

Evet, bunları yapıyoruz.

Bir avuç toprak uğruna bir nesli yok etmeyi göze alıyor muyuz?

Çok rahatlıkla, üstelik kafa kese kese.

Komşumuz aç iken tok yatıyor muyuz?

Belki en çok becerdiğimiz iştir.

İntiharlar artmış mı hayatımızda?

Oldukça..!

Kaç kavgalımızı barıştırabiliyoruz, bu konuda vicdanımız ne kadar rahat?

Sorular artırılabilir, ama tümünün de cevabı ne yazık ki olumsuz oluyor.

O nedenledir ki, mahallemdeki günler ile bugünleri karşılaştırdığımda ortaya şöyle bir sonuç çıkıyor: 

Evet, bilgi önemli ama "insan" olmak daha önemli…

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar