Prof. Dr. Ahmet Özer

Prof. Dr. Ahmet Özer

Mail: a.ozer@vanmed.net

İKİ BİN YIL ÖNCEDEN BUGÜNE ULAŞAN MESAJLAR...

Bu gün size geç Antik (Helenistik) dönemde yaşamış olan, kölelikten filozofluğa geçen bir ünlü Stoa’cı düşünürden, Epiktetos’tan bahsedeceğim. Zaten Epiktetos, köle, bağlı kişi ve kazanılmış hak gibi anlamlara geliyor. Epiktetos’un gerçek ismi bilinmiyor, onun yaşamını imleyen bu lakap, ismi olarak tarihe geçiyor.

Roma’da bir köle iken, MS 55 yılında imparator Neron tarafından azat ediliyor. Sözleri ve söylemleri nedeniyle Nero’ndan sonra gelen imparator Dinityanus tarafından batı Anadolu’ya, Denizli yakınlarındaki Hierapolise sürgüne gönderiliyor. Ama bu sürgün onu yok etmez, aksine yeniden yaratır. Kendini adeta küllerinden yeniden yaratarak kurucusu Kıbrıslı Zenon olan ünlü Stoa felsefesinin önemli isimlerinden biri haline geliyor. Bir köleden bir filozof yaratır.

Epiktetos sürgün olduğu Hierapoliste bir okul açar, burada önemli öğrenciler yetiştirir. En ünlü öğrencisi tarihçi Ariyanus’tur. Kendisinin yazılı bir eseri yok, lakin düşünceleri sonradan öğrencisi Ariyanus tarafından yazılı hale getirilir. Bu eserde yazdıkları tarih üstüdür, çağları delerek bu güne gelir. Örneğin, “bizi korkutan şeyler değil, onlar hakkındaki inanışlarımızdır” sözü bu gün bile geçerliliğini korumaktadır. (Lakin biliriz ki her insan dünyayı ancak bilinci kadar algılar ve bilinci oranında yorumlar)

Epiktetos yaşamı boyunca düşünceleri ile tutarlı bir yaşam sürer. Anlatacağımız felsefe yaşamıdır, yaşamı da felsefesinin bir yansımasıdır. Köleliğin gadrına uğramış biri olmasına karşın mal mülkü önemsemez. Bunların insan için yük olduğunu (hatta başka tür bir köleleşme biçimi olduğunu) ileri sürer. Bu yüzden içinde bir yatak bulunan, kapısı olmayan, küçücük bir kulübede yaşar. Yalınlık ve sade yaşam onun hem düşüncesini hem de bu düşünceyle uyumlu pratik yaşamını yansıtıyor.

(Stoacılar bu yaklaşımdan yola çıkarak bedeni ruhun mezarı, bedensel zevkleri de ruhun yükü olarak görürler. Arınmış bir yaşam için önce bunlardan arınmak gerekir. İslamın bir çok kolu bu düşünceden etkilenmiştir. Tasavvuf tam da budur: “Ölmeden önce ölmek”, bedensel zevkleri, arzu ve istekleri bir kenara burakmayı ve arınmayı gerektirir. Güç için başkasını ezmek söz konusu. Başkalarından daha iyi yemek çalmayı, başkalarından daha iyi yaşamak mutlak süreçte başkalarından çalmayi, sömürmeyi gerektirir. Hep ezip sümkürmek hem de iyi kalmak mümkün mü?)

Epiktetos’un en önemli düşüncelerinden biri farklılıkları bir güzellik ve zenginlik olarak görmesidir. O farklılıkları ortadan kaldırmadan tüm insanları kucaklamayı amaçlar. Bu şiar, bu gün farklılıkları ortadan kaldırılması gereken birer tehdit olarak gören ırkçı kafalara 2000 yıl önceden verilmiş bir mesaj gibidir.

Eoiktetos, başkalarıyla yarışma kendinle yarış der. Çünkü kişinin gerçek rakibi başkası değil kendisidir. Kendini aşarsa yarışı kazanır. İnsan bilgi birikimiyle, yaşayış ve düşünüşü ile başkalarıyla değil kendisiyle yarışır. Marx’ın ondan asırlar sonra dediği, “insanın yaşama biçimi düşünme biçimini etkiler” sözünün (alt yapının üst yapıyı etkilediği/belirlediği teorisi) gereğini o bundan iki bin yıl önce yerine getirmiştir.

Bir önemli düşüncesi de bugün bile eğitim sistemlerinin mottosu haline gelmiş olan “kendini gerçekleştirme” felsefesidir. Ona göre yaşam serüveninde insanın en önemli amacı kendini gerçekleştirme olmalıdır. Peki bunu neyle yapacak? Tabi ki felsefeyle. (O zaman, felsefenin bütün bilimleri içinde barındıran ana unsur olduğunu unutmayalım)

Kişi felsefe aracılığıyla kendini gerçekleştirebililir ve kendini aşabilir. Zaten kendisiyle yarış da kendini aşmak içindir. Kişinin kendisini aşması ve kendini gerçekleştirmesi kendini bulması demektir. (Aksi taktirde yaşarken herkes birer kayıp vakadır insanlık tarihinde. Oradan oraya savrulan, mal mülk, para pul peşinde koşan bir yaşam, tarihsel kıymeti olmayan, hiç bir anlam ve değer üretmeyen kayıp bir yaşamdır.)

Demek ki önce kendini bulmalı ve kendini bulmalı. Bunun için kişi önce kendisine yürümeli, kendi içine doğru bir yolculuğa çıkmalıdır. (Bu yolculuğun araçları kişinin bilgi ve birikimdir, yaşamın deneyleri ve deneyimlerdir)

Kendini aşmak ve gerçekleştirmek, kişinin kendini tanıma çabası ile başlar. İçe doğru yapılacak yolculuk da bunun içindir. (Sokrates, “kendini bil” sözü ile tam da bunu ifade etmiştir. Mevlana’ya atfedilen “sen seni bil sen seni, sen seni bilmezsen patlatırlar enseni sözünü de çağrıştırıyor)Kendini bilerek kendini aşabilir insan. Kendini bilen insan ise pek çok alanda yetkinleşen insandır.

Epiktetos’a göre yaşam aynı zamanda bir ödevdir. Az şeyle yitirmeli doğa ile barışık yaşamalı insan. Onda insan doğa bütünlüğü var. İnsan da doğanın bir parçasıdır. İnsan doğanın efendisi değil diğer nesneler ve varlıklar gibi o da doğada bir var olandır, tek farkı aklıyla var olmasıdır. (İnsan doğa birlikteliği bir yandan özlediğimiz ekolojik yaşamı hatırlatırken öte taraftan vahşi kapitalizmin mal mülk ve güç uğruna giriştiği doğa katliamını ve çevre tahribatını hatırlatıyor.?, Kaybolmuş aç gözlüklüleriyle bindikleri dalı nasıl kestiklerini..)

Gelelim bugün bile derslerle dolu olan son önemli bir şeye:

Ona göre bizim için, dışımızda olan “dışsallar” var bir de değiştirme iradesine sahip olduğumuz “içseller” var.

Mal mülk, mevki makam, devlet görevi vb gibi şeyler kişinin kendisine ait olmayan dışsallardır. Bu dışsallar aslında ruhu köle eden zorba efendilerdir. Bütün efendiler gibi kendileri olmaksızın yaşamın iyi olmayacağını kişiye aşılarlar.

(Bir Stoacı filozof gündüz vaktı Atina meydanında herkesin göreceği biçimde kendi kendini cinsel olarak tatmin etmeye çalışır. Ne yaptığını soranlara, size şehvetin insanı nasıl köleleştirdiğini, bunun için neler yaptığanızı hatırlatmak istedim, der. Diğer pek çok fetiş arzu gibi şehvetin koşulduğu cinsel arzular çoğu zaman insanı köle yapar...)

Epiktetosa göre insan başkalarının gözüne girmek için kendisinin olmayan nesnelerle kendini göstermemeli, gerçekten kendine ait olanla var olmalıdır. (Yani varlıklı olmadan önce var olmalı insan. Oysa günümüz insanı kişiliğ ve billgisi ile, yarattığı değerlerle değil, giydiği elbise, bindiği araba, oturduğu ev, kullandığı eşyalarla var olmaya çalışıyor. Bunun için de eşyaları sevip/ sevmek ne kelime tapıp insanı kullanıyor. Halbuki insanı sevip eşyaları kullanmalı insan olan)

İnsanın kendisine ait olan şeyler, irade, tutkular, neyin değerli olduğunun açık bilgisidir.

Yaşlılık, fakirlik gözden düşmek .. bütün bunlar insanın iradesi dışında olan dışsallardır. Sağlık, güzellik, zenginlik de.. Kendi elinde olmayan bu neci şeyler için üzüleceğine, kendi iradesi dahilinde olan şeyleri yapıp kendini gerçekleştirmeli.

Son olarak onun iki bin yıl önceden gördüğü ve ileri sürdüğü “dünya vatandaşlığı” bu gün bile bir çok bakımdan bize ilham kaynağı olmaya devam ediyor..,

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar