Prof. Dr. Ahmet Özer

Prof. Dr. Ahmet Özer

Mail: a.ozer@vanmed.net

BEYNİN ŞİFRELERİ VE ATALET

İnsanoğlu bilim yoluyla doğadaki bir çok canlıyı, olayı ve olguyu çözmüş durumda. Tam olarak çözemediği tek varlık kendisi, daha doğrusu beyni. İnsanı insan yapan temel organ beynidir ve dolaysıyla beynin sahip olduğu fanksiyınlarıdır. Bu nedenle insani bilmek demek beyni bilmek demek.

Bu açıdan bakıldığında insanoğlunun hala yüzde otuzunun çözülemediğini, karanlıkta kaldığını söyleyebiliriz. Hatta bu oranın daha fazla olduğunu ileri süren bilim insanları da var. İster o ister diğeri olsun, bildiğimiz bir gerçek var ki insanın bütün fizyolojisi, organları ve organların çalışma biçimleri vb hususlar büyük oranda aydınlığı kavuşturulduğu halde beyin hala bir muamma olmaya devam ediyor.

Beyin insanın gerçek mahiyetini gösteren organdır. Birçok şey orda olup biter. Çıplak olarak insanın bir şeyi yok aslında. Tabiatta ne kas gücümüz ne yeterince koruyucu tüyümüz ne kürkümüz ne zırhımız var. Doğada çırılçıplak halimizle çok zayıf bir varlığız. Bizi hayatta tutan diğer hayvanlar ve canlılar gibi gibi doğal halimiz değil bazı yeteneklerimizdir. O da beyin ve onun türevleri ve fonksiyonlarıdır. Evet insanı farklı kılan da bu fonksiyonlardır. Ne ki hala tam olarak bilmiyoruz. Diğer organlarımızı bildiğimiz ve çözdüğümüz halde bilemediğimiz bu organımızdır, dolaysıyla bundan dolayı insanı da tam olarak bildiğimizi söyleyemeyiz. Bu işin birinci yanı.

İkincisi buna rağmen kendimize dönük yolculuk tam hız devam ediyor. İnsan olarak kendinizi çözmeye ve bilmeye çalışıyoruz. Bunların farkına varmak kendini bilmekle olur çünkü. Demek ki insan oğlu bütün canlıları, tabiatı, nerdeyse evreni ve yaldızlar sistemini bildiği halde kendini tam olarak bilemiyor. O halde kendimize olan keşif yolculuğumuz devam etmeli. Ne kadar bilirsek o kadar Mahir ve Arif olacağız. Bu manada mottomuz şu olabilir; kendine iyi bak göreceksin. (Artık ne kadar görebildiysen)

Kendimizi tanımak kendimize bakmak ve kendinizi görmekle başlar. Ne ki çoğunlukla bunu yapmayız. Bunun yerine illa başkalarıyla kıyas yapıyoruz, oysa kendini kendinle kıyaslayarak işe başlamalı insan. Bunun için insanın kendine (içine) bakması gerekir. Çünkü karanlık olan burasıdır. O yüzden dürbünlerini içinin derinliklerindeki karanlığa çevir ki aydınlansın. İnsan kendine böyle baktığı zaman kişisel destanı başlar.

Dışarıya baktığı zaman, dışarıyla kıyas yapmaya başladığı zaman ise şikayet başlar, kıskançlık ve mutsuzluk başlar. Şikâyet ise atalete götürür, hatta şikayet ataletin garantisidir diyebiliriz. Bununla birlikte şikâyet bir şey yapmamanın mazeretidir. Şikâyet eden bir şey yapmaz, yapamaz, o nedenle de sürekli şikayet eden sürekli başarısız olur. Oysa hiç bir şey başarının yerini tutamaz. Aynı şekilde hiçbir mazeret başarısızlığı haklı çıkarmaz, başarısızlığı haklı çıkarıp başarının yerini tutmaz. O zaman şikâyet etmeyi bırak derim, evet bununla işe başlayabiliriz. Şikayeti bırakmak için de başkalarıyla kıyası bırakman gerekir. İşe kendini değiştirmekle başla ve bunun için içe yönel. Genellikle hepimiz değişimi severiz ama bunun bizimle başlamasını değil. Değişim mi, çok iyi, çok güzel, ama ben aynı kalayım, başkası değişsin deriz. Neden mi, işte alın size beynin çözülemeyen sırlarından biri.

İnsan olmak bir süreçtir. İnsan sadece içerden oluşmaz, insan kendisine dışardan verilenlerle insanlaşır, insanlaşma (humanisation) süreci böyle bir süreçtir. Burda da ilk temasın rolü büyüktür, İlk temas doğal olarak annedir. İnsan doğduktan sonra bakıma muhtaç bir varlık olduğu için annenin katkısı uzun sayılabilecek bir süre devam eder. O yüzden anne bebeğin (insanın) kendisinden sonraki ikinci mimarıdır.

Dediğim gibi İnsan zayıf ve erken doğar, bakıma muhtaç doğar, bu yüzden yaşaması için gerekli olan her şey ona dışardan verilir. Anneden sonra arkadaşlar, okul, eğitim, çevre devreye girer. Bu yüzden en çok el alem ne der travması içindeyiz sürekli; kendimizin ne olduğundan çok başkalarının bizi nasıl gördüğünü önemsiyoruz.

İnsanoğlu acıdan kaçan, hazza koşan bir varlık. Bunu mutlu olmanın yolu bellemiş. Oysa mutluluğun tek kaynağı haz olmadığı gibi acısız bir yaşam da yoktur. Hayat düz bir çizgiden ibaret değil çünkü, hayat dalgalanmalardan ibarettir. Başarı olduğu gibi başarısızlık da vardır.

Acı olduğu gibi mutluluk da vardır. Tek düze bir çizgide ilerlemez hayat, mors alfabesi gibi ilerler. Acı çizgi ise mutluluk noktadır. Çizgi nokta, çizgi nokta ...şeklinde ilerler. Her acıdan sonra (belki de onun ödülü olarak) bir mutluluk patlaması yaşanır; her mutluluktan sonra (belki de onun bedeli olarak) bir sıkıntı, bir acı yaşanır. Bu da tamamen beyinde olur biter. Kaldı ki beyin insana oyun da oynayabilir. İnsanın en büyük dostu da en büyük düşmanı da kendi beynidir.

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar