NAZIM HİKMET RAN

NAZIM HİKMET RAN

Şair ve yazar (D. 20 Kasım 1901 [Nüfus kaydında 15 Ocak 1902], Selanik - Ö. 3 Haziran 1963, Moskova / Rusya). Tam adı Nâzım Hikmet Ran. Gazete yazılarının bir bölümünde Orhan Selim imzasını kullandı. Baba tarafından valiliklerde bulunmuş ve Mevlevî tarikatından olan şair Mehmet Nâzım Paşa’nın torunudur. Anne tarafından büyük dedesi, Karadağ Savaşında şehit olan Osmanlı Komutanı Mustafa Celaleddin Paşa (asıl adıyla Kont Konstantin Borjenski) Polonya’dan gelmişti, Gagauz Türklerindendir. Babası Hikmet Bey ise Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) mezunu, Kalem-i Ecnebiye’ye bağlı bir memurdu. Enver Paşa’nın kızı olan annesi Celile Hanım; Fransızca bilen, piyano çalan ve ressam olan bir hanımdı. Kurtuluş Savaşı döneminin Moskova Büyükelçisi Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, Nâzım Hikmet’in büyük dayısıdır. Nâzım, aynı zamanda şair Oktay Rifat’ın teyze çocuğudur.

Nâzım Hikmet, ilkokulu Göztepe Taş Mektep’te bitirdikten sonra, Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi)’nin hazırlık sınıfına yazıldı. Bir yıl sonra ailesinin ekonomik sıkıntıya düşmesi yüzünden bu okuldan alınarak Nişantaşı Sultanisine verildi. Bu arada, dedesi Nazım Paşa’nın etkisiyle şiirler yazmaya başlamıştı. 1917’de girdiği Heybeliada Bahriye Mektebini 1919’da bitirip Hamidiye kruvazöründe güverte subayı olarak göreve başladı. Aynı yılın kış aylarında, son sınıftayken geçirdiği zatülcenp hastalığı yeniden başladı. Uzun süren bir tedavi ve dinlenme döneminden sonra kendisini toparlayamadığı görülünce sağlık kurulu raporuyla, 17 Mayıs 1920’de askerlikten çıkarıldı. Bu arada ‘Hececi’ şairler arasında genç bir ses olarak oldukça ünlenmişti. Bahriye Mektebinde tarih ve edebiyat öğretmeni olan, ayrıca aile dostu olarak evlerine de gelip giden Yahya Kemal’e büyük hayranlık duyuyor, yazdığı şiirleri ona gösterip eleştirilerini alıyordu. 1920’de Alemdar gazetesinin açtığı bir yarışmada, ünlü şairlerden oluşan seçici kurul, birincilik ödülünü Nâzım Hikmet’e vermişti. Bu arada Faruk Nafiz (Çamlıbel), Yusuf Ziya (Ortaç), Orhan Seyfi (Orhon) gibi genç ustalar ondan sevgiyle söz etmeye başlamışlardı.

İstanbul’un işgal altında olduğu günlerde vatan sevgisini yansıtan coşkulu direniş şiirleri yazıyordu. 1920 yılının son günlerinde yazdığı Gençlik başlıklı şiiri, gençleri ülkenin kurtuluşu için savaşmaya çağırmaktaydı. 1 Ocak 1921’de ise Mustafa Kemal’in öncülüğündeki güçlere silâh ve cephane kaçıran gizli bir örgütün yardımı ve üç şair arkadaşı (Faruk Nafiz, Yusuf Ziya ve Vâlâ Nurettin) ile Sirkeci’den kalkan Yeni Dünya vapuruna gizlice bindiler. İnebolu’ya varınca Ankara’ya geçebilmek için beş altı gün izin beklediler. İnebolu’da geçirdikleri günlerde, Almanya’dan gelip Anadolu’ya geçmek üzere, onlar gibi izin bekleyen öğrencilerle tanıştılar. Aralarında Sadık Ahi (sonradan Mehmet Eti adıyla CHP milletvekili), Vehbi (Prof. Vehbi Sandal), Nafi Atuf (Kansu, sonradan CHP Genel Sekreteri) gibi kişilerin de bulunduğu bu öğrenciler “Türk Spartaküsler” olarak anılıyor, sosyalizmi savunuyor, Türkiye’nin Misak-ı Millî sınırlarını ilk tanıyan ülke olarak Sovyetler Birliğinden övgüyle söz ediyorlardı. Onların anlattıkları Nâzım Hikmet ile Vâlâ Nurettin için yepyeni bilgilerdi.

Ankara’ya vardıklarında kendilerine verilen ilk görev, İstanbul gençliğini Millî Mücadele’ye çağıran bir şiir yazmak oldu. Vâlâ Nurettin’le üç gün içinde yazıp bitirdikleri bu üç sayfadan uzun şiir Matbuat Müdürlüğünce, 1921’in Mart ayında on bin adet bastırılarak dağıtıldı. Şiirin yankıları o kadar büyük oldu ki Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri böyle güçlü bir çağrının doğurabileceği sorunların nasıl çözülebileceğini tartışma gereğini duydular. Bu arada, Celile Hanım’ın uzaktan akrabası olan İsmail Fazıl Paşa, yazdıkları şiirle ortalığı karıştıran bu iki yetenekli şairi Meclis’e çağırarak Mustafa Kemal Paşa’ya takdim etti. Kısa bir süre sonra da ikisi birlikte öğretmen olarak Bolu’ya atandılar. Buradaki kısa öğretmenlik dönemlerinde Ağır Ceza Mahkemesi Reis Vekili olan Ziya Hilmi Bey, bu iki gence Fransız Devrimini anlattı, Lenin’den ve Kautsky’den söz etti, sosyalist devrimi gerçekleştirmiş olan Sovyetler Birliğini görmek istediğini söyledi.

Bolu’da halktan bir kesimin baskısına, gizli polis örgütünün güvensizlik belirten davranışları da eklenince orada barınamayacaklarını anlayan Nâzım Hikmet’le Vâlâ Nurettin, Ziya Hilmi Bey’in de etkisiyle Moskova’ya gitmeye karar verdiler. Bolu’dan Trabzon’a, oradan da Batum üzerinden Moskova’ya geçtiler. Moskova’da Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi (Kutv)’ne girdiler. Nâzım burada ekonomi ve toplumbilim okudu.

Nâzım Hikmet, Divan şiiri geleneğinden serbest müstezatı ve Tanzimat’tan sonra Batı şiiri ile girilen ilişki nedeniyle de Fransız şiirinin serbest ölçüsünü biliyordu. Batum’da İzvestiya gazetesinde gördüğü bir şiirin uzunlu kısalı dizeleri, merdivenli istifi ilgisini çekmişti. Moskova’ya giderken geçtikleri bölgelerde gördüğü aç insanların üzerinde bıraktığı etkiyle yazmaya başladığı Açların Gözbebekleri şiirini hece ölçüsüne sığdıramadığını anlayınca İzvestiya’daki şiirin biçimsel çağrışımlarından esinlenerek serbest tarzda yazmayı denedi. Şiir, yer yer hece kalıplarıyla kurulmuş olsa da ortaya tümüyle Türk şiir kurallarına uymayan serbest bir ölçü çıktı. Nâzım’ın içine girdiği yeni dünyanın düşünce ve duygu yükü altında, bu serbest ölçüyle yazdığı şiirler birbirini izledi.

Nâzım Hikmet bu dönemde yazdığı şiirlerinin kimilerini 1923’te Yeni Hayat ve Aydınlık gibi dergilere göndererek yayımlatmıştı. Moskova’da üniversiteyi bitirince de Ekim 1924’te gizlice sınırdan geçerek Türkiye’ye döndü, Aydınlık dergisinde çalışmaya başladı. Sonra bir basımevi kurmak üzere İzmir’e gitti. Ancak 4 Mart 1925 tarihinde çıkan Takrir-i Sükûn Kanununa dayanılarak, 1 Mayıs 1925’te yayımladığı bir bildirge dolayısıyla Aydınlık dergisinin çevresindeki yazarlar tutuklanmıştı. Ankara’da, içinde bu olayın da bulunduğu İstiklal Mahkemesindeki dava 12 Ağustos 1925 tarihinde sonuçlandığında, Nâzım Hikmet’e de kendisi bulunmadan, on beş yıl hapis cezası verildiği görüldü. Bunun üzerine, saklanmakta olduğu İzmir’den İstanbul’a geçerek gizlice yurtdışına çıktı ve yeniden Sovyetler Birliğine gitti. 1926 yılında Cumhuriyet Bayramı nedeniyle çıkartılan af kapsamına girdiğini öğrenince resmî yoldan yurda dönebilmek için başvurduysa da pasaport alamadı. Bu arada, 28 Eylül 1927 tarihinde İstanbul’da dağıtılan bildiriler yüzünden açılan bir davada, gizli parti üyesi olmakla suçlanarak yine gıyabında üç ay hapis cezasına çarptırıldı. Aynı yıl Bakü’de ilk şiir kitabı Güneşi İçenlerin Türküsü yayımlandı. Ekim ayında da yine gizlice sınırı geçerek Kafkasya üzerinden Türkiye’ye girdi. Yakalandı ve olay yerine en yakın ağır ceza mahkemesinin bulunduğu Rize’de, tutuklu olarak,  dört ay süren bir yargılama sonucunda üç gün hapis cezası aldı. 14 Ekim 1928’de kelepçeli olarak  götürüldüğü Ankara’da yeniden tutuklanarak Aydınlık dergisinde yayımlanan şiirleri nedeniyle hakkında yeni bir dava açıldı. Duruşmaları 23 Aralık l928’de sona erdi. Verilen karar; söz konusu şiirlerinde suç unsuru bulunmadığı, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin gıyabında verdiği üç aylık ve Rize Mahkemesinin üç günlük cezaların birleştirilerek uygulanması yolundaydı. Ama tutukluluk süresi bu cezaların toplamından fazla olduğu için serbest bırakıldı.

İstanbul’a giderek Resimli Ay dergisinin yazı kadrosuna katıldı. Burada bir yandan şiirlerini yayımlıyor, bir yandan da edebiyatın yerleşmiş değerlerine karşı sert çıkışlar yapıyordu. 1930 yılının Temmuz ayında çıkan şiir plağının kahveler, lokantalar gibi halka açık yerlerde çalınması yasaklandı. 1931 yılının mayıs ayında, İçişleri Bakanlığının emriyle Nâzım Hikmet, ilk beş kitabındaki şiirlerinde, “Bir zümrenin başka zümreler üzerinde hakimiyetini temin etmek gayesiyle halkı suça teşvik ettiği” savıyla mahkemeye verildi. Mahkeme beraatle sonuçlandı. Bu arada yazdığı bir yergi şiiri ile Gece Gelen Telgraf kitabı için hakkında iki ayrı dava açıldıysa da, Cumhuriyetin onuncu yılında çıkarılan af yasasıyla bu davalar düştü. Aralık 1932’de ise İstanbul’da dağıtılan birtakım bildiriler nedeniyle girişilen toplu tutuklama sırasında Nâzım Hikmet de tutuklandı, Haziran 1933 ayında Bursa’ya gönderildi. Orada idam istemiyle açılan dava 31 Ocak 1934 tarihinde beş yıl hapis cezası kararıyla sonuçlandı. Bir buçuk yıl yatmış olarak hapisten çıktı. Geçimini sağlamak için Akşam gazetesinde Orhan Selim takma adıyla fıkralar yazmaya başladı. Gene takma adlarla gazetelere romanlar, tiyatrolara operetler yazdı.

17 Ocak 1938 tarihinde tutuklanıp kısa bir süre İstanbul Tevkifhanesinde bekletildikten sonra Ankara’ya götürülerek, özel olarak kurulan Harp Okulu Askerî Mahkemesine çıkarıldı. Bu dava, 29 Mart 1938’de, “Askerî kişileri üstlerine karşı isyana teşvik” suçundan on beş yıl ağır hapse mahkum edilmesiyle sonuçlandı. 28 Mayıs 1938 tarihinde Yargıtay cezayı onaylandıktan sonra, İstanbul’da Sultanahmet Cezaevine, oradan da Silivri önlerinde demirli bulunan Erkin gemisine götürüldü. Bu sırada, askerî birliklerde yapılan aramalarda kimi askerlerin dolaplarında kitaplarının bulunması sebebiyle, Donanma Komutanlığı Askerî Mahkemesinin açtığı davada yargılanarak, 29 Ağustos 1938’de, “Donanmayı isyana teşvik” suçlamasıyla yirmi yıl ağır hapse mahkum edildi. Bu son mahkemenin sürdüğü günlerde, mahkemenin savcı yardımcısı Hakim Teğmen Halûk Şehsuvaroğlu özel bir görüşmede, bir isteğinin olup olmadığını sorduğunda, Nâzım Hikmet, Mustafa Kemal Atatürk’e ulaştırılması ricasıyla kendisine bir mektup verdi. Şehsuvaroğlu bir suretini çıkararak, mektubu Beşiktaş postanesinden taahhütlü olarak gönderdi. Kemal Sülker’in yazdığına göre, “Ata’nın yanına girebilenlerden İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya teslim edilen mektup, bir müsait zaman bulunarak Atatürk’e teslim edilememiş.” Çünkü Atatürk ağır hastadır.

Nâzım Hikmet’in, toplam 35 yıla ulaşan hapis cezalarını, mahkeme çeşitli gerekçelerle 28 yıl 4 aya indirerek karara bağlandı. Nâzım, 1 Eylül l938 tarihinde İstanbul Tevkifhanesine, Şubat 1940’ta Çankırı Cezaevine, Aralık 1940’ta Bursa Cezaevine gönderildi. Bu cezaevlerinde on yılı aşkın bir süre kalan şair, yayımlama olanağı bulamasa da sürekli şiir yazdı.

1949 yılı ortalarına doğru, Ahmet Emin Yalman’ın Vatan gazetesinde yazdığı bir dizi yazı ve gazetenin avukatı Mehmet Ali Sebük’e yaptırdığı ve sekiz yazıdan oluşan bir inceleme sonucunda; kamuoyunda, Nâzım Hikmet’in bir “adlî hata” yüzünden cezaevinde olduğu görüşü ağırlık kazanmaya başladı. Ankara’da avukatlar, İstanbul’da aydınlar imzaladıkları toplu dilekçelerle Cumhurbaşkanı’na başvurdular. Yurtdışında da benzer girişimlerde bulunuldu. Bu arada Birleşmiş Milletlerin danışma organlarından olan Uluslararası Hukukçular Birliği, Nâzım Hikmet’in serbest bırakılması dileğiyle 9 Şubat 1950 tarihinde TBMM Başkanlığına, Millî Savunma ve Adalet bakanlıklarına birer mektup gönderdi. Bütün bu girişimlerden sonuç alınamadığını gören Nâzım, 8 Nisan 1950’de açlık grevine başladı. Kalbinden ve karaciğerinden rahatsız olduğu için, ertesi gün hemen İstanbul’a götürülerek hastaneye yatırıldı. 14 Mayıs 1950 seçimlerini kazanan Demokrat Partinin çıkardığı ve 15 Temmuz 1950 tarihinde yürürlüğe giren genel af yasası ile cezaevinden çıktı, yeniden İpek Film’de çalışmaya başladı. Hapisten çıktıktan sonra da sürekli ve açıkça polis tarafından izleniyordu. Bu nedenle kitaplarını yayımlatma, oyunlarını sahneletme imkânı bulamayacağı anlaşılıyordu.

Bahriye Mektebinden mezun olduğu, güverte subaylığı yaptığı, hastalığı sebebiyle askerlikten çıkarıldığı halde, yeniden askere alınması için karar çıkarılınca önce Romanya’ya oradan da Moskova’ya geçmiş olması nedeniyle 25 Temmuz 1951 tarihli bir Bakanlar Kurulu Kararı ile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarıldı.

Dışarıda birçok uluslararası kongreye katılan, çeşitli ülkelere yolculuklar yapan Nâzım Hikmet dünyada büyük bir ün kazandı. Özellikle uluslararası barış kongrelerine katılması ve bu doğrultuda mücadele etmesi nedeniyle eserleri çeşitli dillere çevrildi ve yayımlandı, Sovyetler Birliğinde oyunları sahnelendi. 1963 yılının başlarında yaşlandığını, ölümü düşündüğünü dile getiren şiirler yazmaya başladı. 3 Haziran 1963 günü bir kalp yetmezliği sonucunda Moskova’da öldü, Novodeviçiy Mezarlığında toprağa verildi. Ölümünden sonra mezarının Türkiye’ye getirilmesi ve yurttaşlık hakkının iadesi için girişimlerde bulunulduysa da, bu girişimler sonuç vermedi.

Nâzım Hikmet’in doğa sevgisini, Mevlâna hayranlığını dile getirdiği ve hece ölçüsüyle yazdığı ilk şiirleri Yeni Mecmua (1918), Birinci Kitap ve İkinci Kitap (1919-20) dergilerinde çıkmıştı. Bu şiirleri İlk Şiirleri adlı kitabında toplanmıştır. Rusya’da öğrenim gördüğü yıllarda benimsediği fütürizm anlayışına uygun serbest ölçüyle, çoğunluğu ideolojik konularda yazdığı şiirleri ise Aydınlık, Resimli Ay, Hareket, Her Ay (1924-37); İbrahim Sabri, Mazhar Lütfi gibi imzalarla Yeni Edebiyat, Ses, Yürüyüş, Gün, Yığın, Baştan, Barış gibi dergilerde (1940-50) yayımlandı. Toplumcu gerçekçi şiirin öncüsü olarak kendisinden sonra gelen çok sayıda şairi etkiledi. 2002 yılı doğumunun yüzüncü yılı olması nedeniyle UNESCO tarafından Nâzım Yılı olarak ilân edildi.

Daha önce 7 cilt olarak Bulgaristan’da Türkçe olarak yayımlanan bütün şiirleri, Türkiye’de Asım Bezirci’nin düzenlemesi ve Tüm Eserleri adı altında 8 cilt olarak Cem Yayınevi tarafından (1975-80), çeviri şiirleri ile birlikte Memet Fuat düzenlemesiyle Toplu Şiirler adı altında 9 cilt olarak Adam Yayınlarınca (1988-89), düzyazı kitapları ile birlikte YKY tarafından Bütün Eserleri adı altında (2002) yayımlandı.

ESERLERİ:

Şiir: Güneşi İçenlerin Türküsü (1927), 835 Satır (1929), Jokond ile Sİ-YA-U (1929), Varan 3 (1930), 1+1=1 (1930), Sesini Kaybeden Şehir (1931), Benerci Kendini Niçin Öldürdü (1931), Gece Gelen Telgraf (1932), Taranta Babu’ya Mektuplar (1935), Portreler (1935), Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin (1936), Kurtuluş Savaşı Destanı (1965, Kuvayi Milliye adıyla, 1968), Saat 21-22 Şiirleri (1965), Memleketimden İnsan Manzaraları (Şu 1941 Yılında, 1965), Rubailer (1966), Yeni Şiirler (1966), Dört Hapisaneden (1966), Son Şiirleri (1970), İlk Şiirleri (1971).

Oyun: Kafatası (1932), Bir Ölü Evi Yahut Merhumun Hanesi (1932), Unutulan Adam (1935), İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu (1956), Sabahat (1965), İnek (1965), Ferhad ile Şirin (1965), Bir Aşk Masalı (1966), Ocak Başında / Yolcu (1966), Yusuf ile Menofis (1967), Demokles‘in Kılıcı (1974).

Roman: Kan Konuşmaz (1965), Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim (1967).

Mektup: Kemal Tahir’e Mahpushaneden Mektuplar (1968), Oğlum Canım Evladım Memedim (1968), Bursa Cezaevi’nden Vâ-Nû’lara Mektuplar (1970), Nâzım ile Piraye (1975).

Fıkra: İt Ürür Kervan Yürür (Orhan Selim imzasıyla, gazete yazıları, 1936).

İnceleme: Sovyet Demokrasisi (1936).

Masal: Sevdalı Bulut (1968).

NAZIM HİKMET İÇİN NE DEDİLER?

“Şimdilerde Nâzım Hikmet’i değerlendiren iki aşırı uç belirmiş bulunuyor: kimi yazar onu dünyanın en büyük şairi olarak anarken, kimi yazar da sadece siyasal bir bildirinin taşıyıcısı olarak görmek istiyor. Kuşkusuz bu iki ucun ikisi de siyasal bir tavırdan çıkıyor. Hele sosyalizme karşı olanların Nazım Hikmet’in üstünü çizerken ileri sürdükleri kanıtlar bütünüyle şiir dışı şeyler. Bununla birlikte Nazım Hikmet’i tapınılacak bir şair olarak görmeyi istemek de, sanırım, önce gerçekçilik açısından, onun anısına hayınlık etmek olacaktır.” (Cemal Süreya)

***

“Evet, Nâzım Hikmet, bir hükümet kararnamesiyle yurttaşlıktan çıkarılmıştı. Öldükten sonra bile, bu hakkın iadesi ona çok görüldü. Ama bilinmeli ki; bir yazar, bir şair hangi dilde yazıyorsa, hangi dille insanlığa hizmet ediyorsa o dilin yurttaşıdır. Bu hakkı, yani Türkçenin yurttaşı olma hakkını Nâzım Hikmet’in elinden almaya hiç kimsenin gücü yetmez... Üstelik o; ‘bir köylü toprağını ve öküzünü, bir marangoz tahtasını ve rendesini nasıl severse, ben de Türkçeyi öyle seviyorum...’ diyordu.” (Hüseyin Atabaş).

KAYNAKÇA:

Vâ-Nû / Bu Dünyadan Nâzım Geçti (1965), Orhan Kemal / Nâzım Hikmet’le Üç Buçuk Yıl (1965), A. Kadir / 1938 Harp Okulu Olayı ve Nâzım Hikmet (1966), Kerim Sadi / Nâzım Hikmet’in İlk Şiirleri (1969), Zühtü Bayar / Yazdık Nâzım Diye Diye (derleme, Günel Altıntaş ile, 1974), Mehmet Kaplan / Cumhuriyet Devri Türk Şiiri (1973, s. 343-362), Şevket Süreyya Aydemir / Suyu Arayan Adam (1976, 6. bas.), Turgut Uyar / Bir Şiirden (1982), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2007) – Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013), Refik Durbaş / Güneşli Rüzgârı Nâzım’ın (1997), Memet Fuat / Nâzım Hikmet: Portreler (2001), Sevda Şener / Nâzım Hikmet’in Oyun Yazarlığı (2002), Memet Fuat / A’dan Z’ye Nâzım Hikmet (2002), Taha Toros / Nâzım Hikmet (2006). Kaynak: Biyografya

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar