Zekeriya Ekinci

Zekeriya Ekinci

Mail: zekeriyaekinci@gmail.com

YANIK TURUNCU SAPKINLIK

Uzun metrajlı filmleri sinema salonlarında izleyemez olduk. Beyazperde, kavramsal olarak ekranlara taşındı. Filmler vizyona girdikten birkaç hafta sonra internet dünyasında yerini alırken her evin bir köşesi sinema oldu.

Geçen yıl yapımı tamamlanan ve vizyona giren bir film var ekranlarda: Yanık Portakal. Filmin orijinali Yanık Turuncu Sapkınlık ( The Burnt Orange Heresy) adıyladır aslında. İngiliz ve İtalyan yapımı olan filmin yönetmeni Giuseppe Capotondi. Filmin başrol oyuncuları ise Claes Bang, Elizabeth Debicki, Mick Jagger ve Donald Sutherland’dır. Bu dört ünlü ve başarılı oyuncuyu yan yana getirebilmek de bir başarıdır. Özellikle esrarengiz bir ressam olan Jerame Debney karakterini canlandıran Kanadalı oyuncu Donald McNichol Suthherland’ın muhteşem oyununa tanık olmak için bile olsa bu film izlenir.

Filmin kurgusu bir sanat eleştirmeni olan James'in Amerikalı bir gezgin güzelle İtalya'nın Como Gölü civarında bir malikâneden bir tablo çalma uğraşı üzerine kuruludur.

Burada asıl olan bir sanat eleştirmeninin amacına ulaşmak için neler yapabileceğidir.

Kurgunun kareleri arasına öylesine sanatsal veriler işlenmiş ki -ne yalan söyleyeyim- arka arkaya izlerken her seferinde fırça darbeleriyle oluşturulan üsluptan haz aldım.

Film; Craig Armstrong’un İtalyan tarihine uyumlu klasik müziği, Gabriella Pescucci’nin kostümü ile âdeta bir görsel sanat şöleni.

Diyaloglardaki her cümlenin sanatsal dizimi, bir eleştirmenin öznel yaşamı, film karelerini gerçekle aynılaştırılma bağlamında erotik ve egzotik görsel efektlerde ayrıntının kamera açısına alınması ve seslendirilmesi sinema sanatının olmazsa olmazına bir özellik kattığı söylenebilir.

Taşı toprağı sanat olan İtalya’da çoğu çekimlerin yapıldığı filmin iç ve dış mekânları kolayca hafızalardan silinecek gibi değildir. Her mekân bir tarihtir, her mekân bir müzedir, her mekân el değmemiş bir figürdür…

Eleştiri olmasaydı sanat var olamazdı, mesajıyla yolan çıkan ve aksiyon ağırlıklı dram türünden olan filmde sanatın haşin bir metrese benzetilmesi hoşa gider. Bir eleştirmen için “ya tuttuğun eli bırakmayacaksın ya da tuttuğun eli bırakırken uğrayacağın hüsranı kabulleneceksin” deyişi, eleştiri erbabına bir uyarıdır aslında. Sahi, tuttuğu eli bırakıp da hüsrana uğramayan var mıdır ki?! Hele eli bırakan bir sanat eleştirmeniyse!...

Eleştirmenin anlamsıza anlam kattığı, iyi yalanları kötülerden ayırdığı, boş bir çerçeveyi dedikoduyla doldurduğu, resmin boyayla beslenen hayaller olduğu, gerçeğin anlatımında yalanın kolaylaştığı söyleminin altında gerçeklik payı inkâr edilemez kuşkusuz. Sanat eleştirmeni kendine özgü anlatımıyla var olan olguya kendinden bir şeyler katabilmelidir. Yoksa, filmde de altı çizildiği gibi, “en üzgün yumurta taş olduğuna inanan yumurtadır” misali, eleştirmen de kendini kendinden başka bir şey sanır ve hüznün kekremsi bataklığına doğru yol alır.

Yol almayı yalnızlık olarak algılamamak gerekir.

Yalnızlık, sanat yönetmeni için yeniden yaratımdır.

Yanık Portakal filminin görüntü ve konuşma efektlerinin iç içe ve bir ileri bir geri verilmesi, kurguda hiçbir fazlalık ya da gereksizliğin olmaması, yönetmenin başarısına tutulan bir ayna olarak düşünülmelidir.

Orta Çağ tablolarında çizilen bir portrenin içinde eğer bir karasinek varsa o kişinin lanetli olduğu söylemi hayli düşündürücüdür. Filmin akışı içerisinde bu gizem yüklü olgunun, filmin sonunda şaşırtıcı bir şekilde görünebilme olasılığı, izleyiciyi hayli düşündürür. Yoksa lanetli biri mi çıkacaktır serice akan film karelerinin bitiminde?...

Günlük hayatta özelimizde nasıl yaşıyorsanız bu film de öyledir işte.

İyi seyirler!

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar