Misbah Eratilla

Misbah Eratilla

Mail: m.eratilla@gmail.com

Said Nursi ve Kasap Tahir'in cezaevi diyalogları

Tahiri Mutlu ve Rafet Barutçu; Eskişehir (1935), Denizli (1943) ve son olarak da Afyon Ceza Evi’nin misafiri olmuşlardı. Üçüncü Medrese-i Yusufiye’de dördüncü koğuşa yerleştirilmişlerdi. Düştükleri koğuşta yetmiş civarında mahkûm vardı. Bu mahkûmlardan yaklaşık otuza yakını idamlıktı.

1948 yılı öncesi hazırlanan bir tezgâh sonucu çeşitli şehirlerden toplanan Nur Talebeleri Afyon Cezaevine getirilmişti. Belli aralıklarla farklı şehirlerden tutuklanıp getirilen Nur Talebeleri, cezaevi idaresince şartları en zor ve en sıkıntılı koğuşlara dağıtılmıştı. Afyon Cezaevi, cehennem azabını aratmayan, Ortaçağ’dan kalma 6 geniş koğuştan oluşuyordu. Bu koğuşlar hayattan hiçbir beklentisi olmayan, idamlık ve müebbet mahkûmların hâkimiyeti altında olan farklı bir dünyaydı.

Rafet Barutçu ve Tahiri Mutlu, koğuşa girdiklerinde mahkûmların hiçbiri onların selâmını almadı. Loş ve basık koğuş tavanı altındaki sessizlik onları ürkütüyordu. Üç gün boyunca kışın soğuğunda kimse onlara yatacak yer vermedi. Üzerinde namaz kıldıkları seccadeyi betonun üstüne sererek kendilerine yatak yaptılar.

Bu yılki kış son otuz yılın en sert geçen kışıydı. Yer gök don tutmuş, Afyon’un çevresiyle irtibatı kesilmiş, demiryolları kapanmıştı. 15-20 gün boyunca şehre yiyecek, yakacak girmedi ve sular ise donduğundan akmadı.

Koğuş ağası, ranzanın ikinci katında yastığını sırtına dayayıp bir ayağını diğer ayağının üstüne atarak, ayak tabanını mahkûmların yüzüne bakacak şekilde uzatmıştı. Koğuş ağasının elleri, ayakları ve boynu prangayla bağlıydı. Görüntüsü korkutucu bir canavarı çağrıştırıyordu. ‘Kasap Tahir’ namıyla şöhret bulmuştu. Karısına yan bakan birinin boynunu kasap bıçağıyla kopardığı için ona bu isim verilmişti. Çift tabancayla gezer, Afyon şehrini haraca bağlamıştı.

Koğuş ağası Kasap Tahir, herkesin korktuğu belâlı biri olarak namı almış yürümüştü. Kasap Tahir birkaç cinayetten idama mahkûm edilmiş ve karar temyize gönderilmişti.

Son birkaç hafta içinde Afyon Cezaevi’ne toplam 54 mazlum Nur Talebesi getirilmişti. Cezaevinde herkes sanki söz birliği etmiş gibi onlara kötü davranıyordu. Cezaevi idaresi onları katillerin, hırsızların ve idamlıkların koğuşlarına kuzuları kurtların önüne atar gibi atmıştı. Gardiyanlar ve hapishane müdürü nur talebelerine en kötü uygulama ne ise onu yapıyordu. Bir emir doğrultusunda hareket ettikleri belliydi. Gardiyan ve müdür: “Sakın kimse bunlarla konuşmasın! Özellikle de Said Nursî ile hiç kimse görüşmesin!” diye talimatlar veriyordu.

Bir gün koğuşta mahkûmlar bir araya toplanmış, aralarında Said Nursî Hazretleri ile ilgi konuşuyorlardı. Mahkûmlardan biri, Kasap Tahire beşinci koğuşta tutuklu bulunan yaşlı hocanın Allah’ın iyi bir velisi olduğunu ve duasının makbul olduğunu söyler. Tahiri Mutlu hemen, heyecanla yerinden fırlayarak konuşulanların olduğu ranzaya yaklaşır. Boynunda, ellerinde ve ayaklarında zincirler bulunan koğuş ağası Kasap Tahire yaklaşarak, ölmekte olan birine sen ölmeyeceksin der gibi: “Sen Said Nursî Hazretleri’nin elini öper ve duasını alırsan inşallah idamdan kurtulursun” der. Kasap Tahir’in gözleri ilk defa bir şeyi görmüşçesine açılır ve uysal bir kuzu sessizliğinde,  “Kurtulur muyum?”  diye sorar. Tahiri Mutlu: “Kurtulursun inşallah!” diye cevap verir. Kasap Tahir yeniden hayata dönmüş gibi heyecanlanır ve bir an önce bahçede volta atma zamanının gelmesini sabırsızlıkla bekler.

Vakit gelince Said Nursî Hazretleri’nin de bahçeye çıktığını görünce kalbi hızlı hızlı atmaya başlar ve uçar adımlarla ona yaklaşır. O günlerde Said Nursî Hazretleri ile konuşmak, onun yanına gitmek büyük cesaret isterdi.

Kasap Tahir, Said Nursî Hazretleri’ne bir tavşan ürkekliğinde yaklaştı:

“Efendim bana dua edin de kurtulayım” dedi.

Said Nursî Hazretleri de ona:

“Eğer sen namazlarını kılarsan, ben de sana dua edeceğim” der.

Kasap Tahir:

“Efendim ben kurtulacak mıyım?” diye yumuşak ve kısık bir sesle sorar.

Said Nursî Hazretleri:

“Senin kurtuluşun için dua edeceğim ama sen önce namaza başla!” der.

Said Nursî Hazretleri, Kasap Tahir’in üzerindeki kararmış, paslı prangalara bakıp gülümseyerek:

“Bu sana takılan şeyler, senin idam mahkûmiyetinin zincirleri değildir! Bunlar senin tespihindir! Sen namazına başla, tespihini çek, ben de sana dua edeceğim, inşallah kurtulursun!” der.

Müjdeli haberi alan Kasap Tahir, ayakları yerden kesilmiş gibi kendini ümitli hissederek oradan ayrılır. Kasap Tahir, o andan itibaren Said Nursî Hazretleri’nin gönül frekanslarıyla ihtizaza gelir. Müjdenin etkisiyle madden ve manen temizlenebileceğine inanır.

Kısa bir sürede Kasap Tahir, Tahir haline gelir ve namaza başlar. Namaz sonunda kendisini bağlayan zincirlerin halkalarını bir bir tespih olarak sayarken bir de ne görsün; zincir halkaları tamı tamına otuz üç adettir. Kasap Tahir, koğuşta namaza başlayınca yetmiş kişilik koğuşta dört kişinin dışında bütün mahkûmlar namaza başlar. Kasap Tahir, namaz kılanları koğuşun en iyi yerlerine yerleştirir. Namaz kılmayanları ise Tâhirî Mutlu ile Rafet Barutçu’nun üç gün boyunca kaldıkları eski yere yerleştirir.

Kasap Tahir, Said Nursî ile görüşmesinden sonra Tahiri Mutlu ve Rafet Barutçu’ya çok hürmet eder. Onların yemeğini dahi pişirir ve bir hizmetçi gibi onlara hizmette bulunur. O vahşi Kasap Tahir, nurlardan aldığı derslerle kısa zamanda ağırbaşlı ve kimseyi üzmeyen biri haline gelir.  Kısa sürede söylentiler koğuştan koğuşa yayılır. “Bu adam nasıl bu hâle geldi?” diye herkes hayret içinde kalır.

Cezaevi idaresi Said Nursî Hazretleri’nin insanlarla ilişkisini kesmek için 70 kişilik koca beşinci koğuşa onu tek başına yerleştirirler. Bu dondurucukışta koğuşundaki pencerelerin çoğu kırıktı. Said Nursi’ye işkence ve zulüm çeşitli şekliyle devam etti. Altıncı koğuşta ise Said Nursî Hazretleri’nin has talebelerinden Mehmet Feyzi, Ceylan Çalışkan ve Hüsrev Altınbaşak kalmaktaydı. Nur Talebeleri ve Said Nursî Hazretleri, hapishane hayatları boyunca en fazla zulmü gördükleri yer, üçüncü Medrese-i Yusufiye diye adlandırılan Afyon hapishanesi oldu. Cenâb-ı Hak bu zulüm cehennemi içinde Said Nursî Hazretleri’ne hediye olarak kışın ortasında Elhüccetü’z-Zehra kitabı olan risalesini yazdırdı. Bu kasvetli hava içinde rahmet bulutları acılı kalplere teselli olarak şefkatle Elhüccetü’z-Zehra’yı mazlumların yardımına gönderdi.

Nihayet Kasap Tahir’e Temyiz Mahkemesi’nden cevap gelir ve Kasap Tahir, idamdan kurtulur.  Böylece Temyiz, Afyon Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği idam kararını bozmuş olur. Cezası otuz yıl hapse çevrilir. Kasap Tahir, koğuştaki mahkûmlara: “Ben ölmüştüm Said Nursî Hazretleri duasıyla beni ipten aldı. O benim yeniden dünyaya gelmemi sağladı. Ölünceye kadar onun sevgisini, minnetini kalbimde yaşatacağım.” diyordu.

Kasap Tahir bir yıl boyunca içindeki kirleri ibadetle, dualarla öyle eritti ki görenler bu değişikliğe inanamadı. Radyodaki bir haber koğuşları bayram yerine çevirmişti. Mahkûmların sevinç naraları şehrin sokaklarından duyuluyordu. 1950’de umumî af çıkmıştı. Kasap Tahir de diğer mahkûmlar gibi tahliye edilmişti. Kasap Tahir af haberini duyduğunda saatlerce yerinden kımıldayamadı.  Yerinde buzdan bir heykel gibi donup kalmıştı. Sevinen mahkûmlar arasında eski bir dolap gibi durdu. Bir zaman sonra bedenindeki buz eridi. Gözlerinden yaşlar boşalmaya başladı. Hıçkırıkları artçı deprem gibi devam etti. “Üstadım, teşekkürler!” diye birisinin kulağına fısıldıyor gibi kendi kendine söylendi. Kasap Tahir, hapis hayatını her anlattığında: “Benim kurtuluşum Hoca Efendinin kerametidir!” dedi.

Kasap Tahir’e İslâm güneşi ve iman nuru nasip olmuştu. Maddî ve manevî kurtuluşa eren Kasap Tahir namıyla bilinen şahsın gerçek adı Tahir Mesci’di. Cezaevi’nden çıktıktan sonra kasaplık mesleğini bıraktı. Su İşleri’nde çalışıp emekli oldu. Üç kızı, bir oğlu olan Tahir Mesci, çocuklarını okutup yetiştirdi. Vefatına kadar istikametli, düzenli, istikrarlı bir hayat sürdü. Sonradan hac farizasını da yerine getirdi. Kasap Tahir her gün sabahın erken saatlerinde kalkar, namazını kılar, ellerini açıp: “Bana dua eden Üstadımı koru! Onu muhafaza et!” diye dua etti. Bediüzzaman Hazretlerinin ismini her duyduğunda: “Ona teşekkür edemedim, ona bir iyiliğim dokunmadı!” diye hep üzüldü. Sevinmek için ise “Üstad Hazretleri bana sen namaz kıl, ben de sana dua edeceğim.” sözünü hiç unutmadı ve ezan okunduğunda Bediüzzaman Hazretlerinin duası kesilmesin diye hemen namaza dururdu.

 

 

Makale Yorumları

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar